5 Mart 2015 Perşembe

Bir cinnet her şeyi halleder mi!

Başımıza bir felaket geldi ki düşmanıma dilemem!

Allah hiç bir anneyi bu durumda bırakmasın. Çağımızın genel acımasızlığı bu sanırım. Çalışmak durumundasın! Başında annen yoksa:((( çalışınca bebeğini elin kadınına bırakmak durumundasın. Cennet kokan mis gibi pamuk yavruna tahammül sınırını aşınca peluş bebek muamelesi yapıp yatağa vuracak Allah'sız kadın. Bunu tesadüfen veya Allah tarafından kameradan görecek, bebeğini kurtaracaksın. Sinirlerine hakim olmaya çalışacaksın yoksa kocan katil olabilir. Dün televizyonda seyrettiğin üçüncü sayfa haberlerinde başrol oyuncusu olabilirsin. İşte bunlar hep saniyelik olaylar. Yoksa bir cinnet her şeyi halleder!

Çok şükür ki çocuklarımıza yapılan kötülükler söz konusu olunca içinden ninja çıkan bir kız kardeşim var. Benim yerime kadını dövdü, evden ve mahalleden sürükleyerek çıkardı resmen! Sonra beraberce elden ayaktan kesildik, şok geçirdik velhasıl sağ salimdik. 

Diyeceğim o ki, hayat zor, insanlar çıldırmış. Çocuklarımız önce ve sadece Allah'a emanet!

1 Aralık 2014 Pazartesi

İlk iş gününün ardından..

   İlk iş günümün ardından, boğazımda düğümler, gözümde yaşlar, içimde hüzün, kafamda deli sorular kaldı diyebilirim. Kısa yazacağım. 

   Sabah kızımı bırakırken akşam dönüşün bu kadar zor olacağını tahmin edemedim. Kapıyı açtığımda karşısında beni görünce gözleri dolu dolu olan kızımın görüntüsü gözümün önünden gitmiyor, gözyaşlarıma mani olamıyorum. 

   Kahrolsun bağzı şeyler:(


14 Kasım 2014 Cuma

İş hayatına dönüş..

   Upuzun bir aradan sonra merhabalar efendim. Yazı yazmak da çekirdek çitlemek gibi bir şey aslında. Başlayınca habire yazmak istiyorsun, ara verince elin gitmiyor. 

   Yazamadığım bu dönem boyunca evimizin Meleği büyüdü, bir yaşına bastı, doğum günü partisi oldu, sıralamaya hatta evde destekli turlamaya başladı, o kadar çok oturup kalkar oldu ki seyrederken içime fenalık basıyor, bu ne enerji patlamasıdır! Dolayısıyla üzerimden inmediği ve bir saniye bile tek başına kalmak istemediği için değil yazmaya, tuvalete bile gitmeye vakit bulamaz oldum. (ve fakat yine de süslüyüm yine de bakımlıyım, kihkih)

   Derken hiç olmadık bir anda tekrar iş hayatına dönmem için beliren fırsatla birlikte (ve tabii aile büyükleri ve eşimin de ittirmesiyle) kendimi eski patronumla el sıkışmış buldum ve açıkçası ruh halim bir acayip. Kafamda deli sorular. Her şey bir kenara, kızımı nasıl bırakacağım, kime emanet edeceğim, yatılı yardımcı mı, gündüzlü bakıcı mı, kamera almalı mı, ev küçücük nasıl olacak derken kendimi yatılı bir yardımcıyla aynı evde yaşarken buldum iyi mi? İyi tabii:) Sevgili sevgilim bir kaç gecedir uyumuyor çünkü evde yabancı biri var! Çok şaşkınız, acemiyiz, endişeliyiz bir o kadar da huzursuzuz. Hiç istemediğim bir şeyi yapıyor ve kızımı kendim büyütmeden yabancı birine emanet ediyorum. Bu ne demek. Onun ruh halini, geleceğini, herşeyini şekillendirmesi için en verimli çağında bırakmak demek. Hem çalışmak istiyorum, hem onunla olmak istiyorum. Anlayacağınız günümüzde her annenin yaşadığı malum soru ve sorunlarla boğuşuyorum. Çok mutluyum. 

   Geçtiğimiz on iki yıl boyunca bunu arzuladım ben. Bu sorunlara sahip olmayı. Yorulmayı, uykusuz kalmayı, bağımlı olmayı. Bu yüzden şikayetçi değilim yanlış anlaşılmasın. Aramızda dertleşiyoruz.

   Bu arada bu bakıcı sorunu neymiş arkadaş. Aramasan zebil gibi, yardımcı lazım mı modunda bir sürü tanıdık, aradın mı etrafta iyi, güvenilir, uygun maaşlı adam yok. Bu insanlara iş bulmak için var olan aracılar el yakıyor, sanırsın emlakçı mübarek. Piyasa kızışmış, herkes uyanık. 

   Velhasıl kelam, Aralık 1 işbaşı. Yeni bir başlangıç, yeni bir ev hayatı, yeni bir sene, umutlar, dilekler.. Göstermiyor olabilirim, çook mutluyum:)

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Acemi annenin hastalıkla imtihanı..

  Çok şükür atlattık ki anca yazabiliyorum. Bu maceranın bana öğrettiği belki de tek şeyle başlamak istiyorum ki anneler süper yaratıklardır. Üç gün hiç uyumadan yaşayabilir, kendi hastaysa bile sürünerek de olsa bebek bakabilir ve fakat üçüncü gün uyuması gerekir:)

  Efendim son yazımdan beri hastalıklarla boğuşuyoruz anladığınız üzere. Geçen hafta cumartesi birden yürümeme kararı alan bacaklarım ve ben kendimizi doktorun karşısında bulduk. Bel fıtığı geçmişim olduğu için emar isteyen doktorum beni bir torba iğne ve ilaçla eve geri yollarken, kendini çok kasmışşsın şekerim, rahat ol, kendini dinlendir, kafanı boşalt, her fırsatta yat, hadi bakiim yavrum demek suretiyle postaladı (kendisi 12 yıldır doktorum olur, normaldir). İğneler başladı oley yürüyorum, bel ağrım yerinde fakat en azından sevgili sevgilim var, kızı taşıyor, yıkıyor, altını temizliyor falan derken hop faranjit olayım bari de hatırım kalmasın dedim. Her Türk genci gibi doktora gitmektense evdekilerle geçiştiririm derken baktım iyi olacağıma kötüleştim doktor ziyaretimle antibiyotik tedavisine başladık. Fakat kafaya takmış faranjit beni, beynim akmadan rahat etmeyecek hala akıyor! Velhasıl kelam hastayım ulen!

  Derken perşembe akşamı kız ateşlendi. Ama ne ateş. Sabahı sabah ettik ki ateş 39 oldu! Acilde müdehale, testler derken idrar yolları iltihabı kapmış minik yavru. İnmiyor canına yandığımın ateşi 38'in altına. İnse de durmuyor hoop geri çıkıyor. Pazar öğleden sonra ateş indi derken bu sefer de döküntü basmasın mı! Haydi tekrar doktora gittik ki meğer bu arada 6. hastalık denen yeni tür bir hastalığı da geçirmişiz arada! Döküntü basınca geçiyormuş fakat kız uyumuyor. 3. gece oldu uyku haram. O nasıl bir kaşınmak yavrum ne yapsak olmadı. Gece 11 de dışarı çıkıp gezdirdik, duşlar aldırdık, ilaçlar verdik nafile. En sonunda dün öğleden sonra kızarıklıklar da geçmeye başladı ve yavrum yerde uyuya kaldı. Yaşasınn!

  Bütün bu hastalık sürecinde yanımda olup ev temizliği ve yemek dahil olmak üzere, kızımızın her türlü bakımını yapan sevgili sevgilime ve bizi doktora götürüp getiren, bize çorba pişirip getiren karşı komşum kızımın Peri teyzesine teşekkürü borç bilirim. Allah'ım bizi bir daha hastalıkla sınama derken, tüm annelere, özellikle birden fazla çocuk sahibi olan annelere selam ederim.

12 Ağustos 2014 Salı

Yaradılanı sever miyim Yaradan'dan ötürü? Kısmet..

  Bu annelik garip iş vesselam. Her şeyden önce sosyal, sevecen, güler yüzlü, iletişime açık vs.. olmak gerekiyor ya, yok canım ben almayayım.

  Evet, itiraf ediyorum, işin bu kısmı beni çok yoruyor. Çünkü ben insanlardan uzak duran, hatta herkesi sevemeyen, sevmedi mi şak diye yüzüyle olmadı sözüyle anlatan, uyuz bir insanım. Bilenler bilir. Tanımadığım insanlara selam vermem, günaydın demem, gülümsemem. Dolayısıyla anne oldum, çocuğum var diye herkesle muhatap olamam canım. Mecbur kaldığım durumlar olmuyor değil ve fakat bir an önce uzamak istiyorum ortamdan. Memnun muyum bu durumdan, evet gayet memnunum. 

  Evlendiğimden beri aynı sitede oturmama rağmen (12 yıl), komşularımı ancak bu yaz tanımış olmam, yaklaşık 50 kadar çocuğun annesi kim, anneannesi kim, dedesi kim öğrenmem, parkta her akşam oturalım diye dört döndüğümüz fakat mevcut bulunan mütevelli heyeti tarafından işgal edilmiş yerler kime aittir öğrenmem anca bu yazı buldu. Bu kadar gecikirsen bahçeyi parseller bu kadın milleti. Karşı komşum Peri (Melek'ten bir ay küçük bir oğluşu var adı Yaman) ile birlikte her akşam aynı yeri nizami düzen turlamaktan fenalık geçireceğiz. Demem o ki çocuk oldu mu park şart, sosyal olmak şart, akran bebişler ve kafa dengi anne arkadaşlar şart! Benim bebişleri sevmem şart, annelerini sevmem farz!

  Biraz daha büyüyünce, okul başlayınca, doğum günleri gelince ne yapacağım asıl onu düşünüyorum. İllaki gelişecegim, daha güler yüzlü, daha sevecen olacağım ama yine de söz vermeyeyim. Şimdilik idare ediyorum ya da öyle zannediyorum:) 







8 Ağustos 2014 Cuma

Bir tek annem olsa, bana bir şey olmaz..

  Çok bunaldığım günlerden birinde, kızı uyutup kendimle kaldığım ve hiçbir şey yapmadığım o çok nadir anlardan birinde, aklıma annemin beni öğleden sonraları denize sokmadığı düşüverdi. 

  Ben küçükken, yazları Tekirdağ/Kumbağ'da sezonluk ev tutardık. Denize sıfır, salaş ama bir o kadar güzel bir evdi. Deniz de güzeldi o zamanlar Marmara'da. Ben ilkokula bile gitmiyorum, o derece küçüğüm. Hafızama kazınmış şeyler var ki, bir tanesi, sabahın köründen itibaren öğlene kadar denize istediğim kadar girdiğim ve fakat öğlen yemeğinden önce banyo yaptığım, kremlendiğim, yemeğimi yeyip uykuya yattığım ve sonrasında öldür Allah bir daha denize giremediğimdir. Neden aklıma geldi bilmiyorum, sanırım şimdi kızla denize gitsek ne yaparım diye düşünürken olacak. O kadar yorulurum ki anca bir kere denize girer çıkar sonra evin yolunu tutarız, yemekti banyoydu uykuydu derken, bir daha beni kessen o kız denize ayağını sokamaz! Ah anam, canım anam. İnsan gerçekten anne olunca anlıyor annesini.

  Sırf bu da değil. Her akşam yatma ritüelimiz vardı bizim. Öyle kolay değildi yatmak! O zamanlar böyle aklına estikçe duş falan alınmazdı. Haftada bir banyo yapılırdı, o da pazarları. Ve nedense çamaşır da o gün yıkanırdı, evin tüm erkekleri evdeyken. Sanırsın başka gün su akmıyor. Neyse.. Öyle her dakika duş alınmadığı için her akşam eller ayaklar yıkanır, çamaşırlar değişir, dişler fırçalanır, yüz yıkanır, saçlar 100 kere fırçalanır, herkes teker teker (istisnasız, evde ne kadar insan varsa) öpülür ve öyle yatılırdı. O zamanlar eziyet gibi gelirdi ve söylenirdim hatırlıyorum. Nedennn ama nedennn her gece yapıyoruz anne bunları? Büyüyünce anlarsın derdi. Canım benim, anladım..

  Sonra yine her zaman söylediği bazı cümleler var ki keskin biçimde kazınmış hafızama. Kadın dediğin üç şeyden anlaşılır derdi rahmetli; yatak toplayışından, perde düzeltişinden bir de kurdele bağlayışından! Ben de öyle anlıyorum şimdi ev kadınının iyisinden dermişim:) O zamanlar önemliymiş bunlar. Şimdi ev kadını bile temizlikçi geldiğinde toz oluyor evden:) Bir de kadın dediğinin hiçbir yerinde yara izi, çizik izi, yok tırmık izi olmayacak. Kadın dediğin torba taşımayacak (bunu çok tutuyorum, asla bir şey taşımam, sevgili sevgilim sağ olsun, bir de anne vasiyeti). Evin tek kızı olmama, neredeyse kırk yaşında doğurmuş olmasına falan bakmadan bana her türlü işi yaptıran, dört yaşımdan itibaren Türk kahvesi pişirten, çorba yaptıran, köfte yoğurtan, bulaşık durulattıran             ( o zaman makine yok, eve her akşam misafir gelir ve bulaşıklar belirli bir düzene göre yıkanır ve durulanırdı), gırgırla yerleri süpürttüren, baş örtülerimi ve babamın mendillerini ütülettiren anneme teşekkürü bir borç bilirim. Bunların nasıl yapıldığını iyi bil fakat yapma derdi. Fakat bilip de yapmama gibi bir çip olduğundan bahsetmedi tabii güzel annem.

  Çok ama çok güzeldi. Sesi bülbül gibiydi. O şarkı söylediğinde radyo çalıyor zannederdi insanlar. Ruhu güzeldi. Her daim çalışır, yemek yapar, iş yapar, hiçbir iş yoksa dikiş dikerdi. Bütün bunları gayet şık ve dudağında rujuyla yapardı. Şimdi eğer ben onun tırnağı kadar olabildiysem ne mutlu bana!

  Bütün bu güzellemeyi niye yaptım, bütün bunlar neden aklıma geldi. Dedim ya insan anne olunca anlıyor annesini, annesinin çektiklerini. Daha önce anlasan da her şey havada, anlıyorum zannediyorsun ama oturmuyor taşlar yerine. Şimdi her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyorum anneme, tavsiyelerine, iki gözünün üzerimde olmasına. Şimdi daha çok arıyorum birinin beni hesapsızca sevmesini, aramasını, ihtiyaçlarımı gözetmesini. Şimdi daha çok kıskanıyorum annesi yanında olan arkadaşlarımı ne yalan söyleyeyim. Çünkü büyüdükçe çocuklaşıyor insan. Daha çabuk inciniyor hayattan, insanlardan. Büyüdükçe yalnızlaşıyor, içe dönüyor insan. Benim annem, benim babam gibi insanlar da maalesef yok artık. 

  Şimdi kendimi tanımlamak için şu okuldan mezun, bu şehirde doğmuş, şuralarda çalışmış gibi bilgiler yetersiz kalacaktır. Ben annemin kızıyım vesselam. Ve bununla ancak gurur duyarım!




5 Ağustos 2014 Salı

Lohusa insanı hikayeleri..

  Çok şükür fırsat bulup oturabildim bilgisayar başına dostlar. Daha önceki yazımda söz vermiş olduğum üzere naçizane lohusa çılgınlığımı anlatmak istiyorum zira benimkisi biraz yandan çarklı sayılır ama delirmenin sınırı yok:)

  Çoğunuzun bildiği üzere, Melek kızım aniden geldi kondu hayatımıza. Çileli bekleyişler, sıkıntılı hastane süreçleri, sevgili sevgilimin öfke patlamaları, kurumun uyuz davranış şekli gibi uzatabileceğim bir bir yıllık bekleyişin ardından, tam ben daha bir yıl daha bekleyeceğime (nedense) karar vermişken, kurumdan gelen yarın gelip görebilirsiniz, eğer onay verirseniz akşam eve kızınızla dönersiniz demesinin ardından girdiğim ağlama krizinden yaklaşık 6 saat sonra çıkabildim. Bu arada ilk sevgili sevgilime açtığım sağduyulu telefonun ardından, anamdan doğmamış kızkardeşim Sumru kuşuma höykürerek ağladığım bir telefon konuşmasını Didem ablaya açtığım ikinci höykürme telefonum, ardından ablama açtığım üçüncü ve son höykürme telefonuyla kendimi ağlamaktan alıkoyamadığım tuhaf bir durumda buldum. Bir yandan evdeki bebekliğimden kalan kıyafetleri yıkarken bir yandan ağlayan ben bu çocuğa nasıl bakacağım ben, ne yapacağız, nasıl olacak hezeyanları içinde ertesi günü dar ettim. 

  İlk karşılaşmamızı ve eve gelişimizi geçeceğim zira hala ağlamadan anlatamıyorum. Canım dostlarım var benim. Duyar duymaz koşup gelen, işime yarayacak ne varsa getiren, ne lazımsa sıfırdan alan, bana ne yapacağımı anlatan dostlarım. Fakat sonunda herkesler gidince yalnız başımıza kaldık. Bu zamana kadar elinden sayısız bebek geçmiş, baby shower partilerinde gözü kapalı bez bağlayıp yarışmalarda birinci olan ben iki kocaman hafta boyunca ne yapacağımı bilemedim. Yerde miydim, gökte miydim bilemedim. Pişiremedim, taşıramadım, alamadım, yapamadım. Sanki başka bir dünyadaydım. Sadece besledim, yıkadım, yıkandım, yedim. Çok şükür yemeğimi yapan veya getiren Didem ablam vardı. İki haftanın sonunda biraz rahatlasam da stresten üç hafta süren bir ishale tutuldum. Eridim gittim (fena da olmadı). Velhasıl kelam, bir gecede dokuz ayın hormonunu yedim, ertesi gün doğurdum dostlar. Dolayısıyla hazmetmek zaman aldı. 

  Şimdi artık daha rahat olsam da insan iki çift laf edecek birilerini arıyor yanında. Biri kahveye gelsin, çaya gelsin, dünyam değişsin diye arar oldum. Bebekli yaşam zor, yalnızsan daha da zor, biliyordum fakat insan yaşamadan anlayamıyor. Öte yandan bir gülüşü dünyaya bedel. İnsanın yorgunluğunu alan, derdini unutturan bir uyuşturucu Melek. 

  Çok şükür ki var! Çok şükür ki varlar!